15 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir regl sancısıdır hayat...

"Reglim yârim benim Reglim canım benim
Reglim kanım benim sevdalımsın Reglim..."

İnsanlar asırlarca zamanı ölçmek için türlü türlü yöntemler aramışlar. Sonra bu yöntemlerden mütevellit takvimler ortaya çıkmış. Miladi takvim, hicri takvim, ay takvimi, 12 hayvanlı türk takvimi, maya takv-siktir git maya!- Ancak asırlardır değişmeyen bir takvim vardır ki o da kadınların regl döngüsüdür...



Şu taş, demir devirlerine döndüğümüzü düşündüğümüzde şu regl dönemi tripleri o zamanda da var mıydı acaba merak ediyorum. Veya o devrin adamları ne derece tahammüllüydü kadın kaprisine. La ne düşünücem o devirleri siktirsin gitsinler. Regl dönemi çok zordur bazıları için. Bazılarının beli ayrılır o sikik dönemde, bazısı hastanelere taşınız. Bazıları sıcak sever diyemicem çünkü regle her daim en iyi gelen ilaç sıcak tutmaktır vücudu gencolar.

Evet regl sancılı, regl zor, regl örseleyici, regl kötü, regl götün teki tamam ama yokluğu daha beter be güzeller daha kötü. Hala çocuk sahibi olabilme ihtimalinin olduğunu bilmek az birşey mi gençler sorarım size? Peki ya düzensiz regl olan bağyanlar? Tedavi olun ve regl olduğunuz andaki coşkunuzu bu şarkıylan taçlandırın!

"Bugün regl günü çalsın hep sazlar
Durmasın hiç güm güm vursun davullar
Söylesin diller coşsun gönüller
Reglimiz olsun oynasın eller"

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bir Fıkra ve Bir Haber

"yasli bir adam, alelacele kiliseye gelir, gunah cikarma kabinine girer:

adam: 94 yasindayim, 40 yildir evliyim, uc cocugum, yedi torunum var. dun, otostop yapan, iki liseli kizi arabama aldim, en yakin motele gittik ve ikisiyle de ucer kez sevistim..
peder: bu gunahlarin icin pisman misin?
adam: ne gunahi?
peder: ne demek ne gunahi? sen ne bicim katoliksin?
adam: ben yahudiyim..
peder: e ne isin var burda o zaman? hem butun bunlari bana neden anlatiyorsun?
adam: herkese anlatiyorum."


Evet dostlar AB projesi kapsamında 2,5 ay kalmak üzere Malta'ya gidiyorum. Bunu size neden mi anlatıyorum? Aslına bakarsanız herkese söylüyorum.
Nihahaaa öptüm şekerler.

13 Nisan 2011 Çarşamba

GÜRBÜZ KASLI SEVDİCEĞİM

“Hadi gidiyorsun
Yürekten kan gidiyor,sen gidiyorsun
Herşey gidiyor
Gökte bulut,dağda kar,düzde kervan gidiyor
Solgun bir gül oluyor insan
Bir demet Kar çiçeği ölüyor,sen gidiyorsun
Ne ucuz yaşıyorsun,ne kolay
Bir kristal gibi ellerimden düşüyorsun
Bakma öyle
Ben kanıyorum sen üşüyorsun”
İ.S.


Yıllardan sonra, 3 diyardan sonra gönlümüz bi kıpraşsın dedik. Gittik gürbüz kaslıyı bulduk kaynanamı satim. Çok fazla Sarıkaya karikatürlerine abandım ondanmıdır bilinmez, çok karikatürize olaylar geliyor başıma. 4 milyon nüfuslu şehirde sabahları 5te kalkan(ki artık 4te kalkıyor), güne spor yaparak başlayan ve akşamları 8de yatan kaç kişi var azizler? Ne zaman arasam ya yüzmede, ya halısaha maçında, ya da basket maçında. İşin tuhafı başlarda muhabbetinden, tavrından etkilendiğim adamın artık tipi de beni kendine çeker oldu. Bildiğin erkek tipi bir aşk yaşar hale geldim kendi içimde. Feriştahın fantezileri gibi sizi “edele”ye boğmak istemem ama adam bildiğin biscolata reklamı baş oyuncusu. Of bi de o ela gözler, o muhteşem kara kaşlar.


Peki ya ben? En son fiziksel faaliyetimi 2011 mart ayındaki kar baskınında terasa kardan adam formu oluşturmakla yapmış insanım. Bir dirhem et, bin ayıp örter sözünü yaşam felsefem halinde yaşıyorum. Hani yarın bi gün evlensem çoluğuma çocuğuma “Gençken benim belim 1 karıştı 36 beden giyerdim” demem imkansız.
Karikatürize dedik ya hani. Bu sfenks vücutlu adamı tavlamama gelirsek eğer onunla ilk görüştüğümüz ortamda “ben karikatür çiziyorum” dememle başladı. Adam öyle güzel anlattı ki yaptığı faaliyetleri, ben düşündüm hiçbir hobim yok benim, hiçbir faaliyetim yok, karikatürü evet çok okurum ama elime kalem almışlığım yoktu. İşte bu yalanı savuruverdim ve çok işe yaradı. Cidden çok acayip ilgisini çekti karikatür çizmem. Ve her görüşmemizde bi karikatür çizsene diyo göt. Fil hafızası varmış mübarekte. Unutmadı gitti. Her defasında unutturana kadar ter tırnağımdan çıkıyor. Hayır bir de karikatür çizdiğimi söyleyerek bir erkeği etkilemeye çalışmak ne kadar akıl karı bir mevzudur. Bu da ayrı bi tartışma konusu.


Ha baştaki şiir mi dediniz? Ben o beni sevsin istiyorum, daha doğrusu sevmesini istiyorum ve bekliyorum. Ama ne bilim başta seviyorum felan dediydi, şimdi de çok değerlisin neyim diyo. Ama akşam 8de uyuyo işte ve sanki maaş bağlamışlar gibi spor yapıyo. Sanki up-shaper sponsoru. İşte deli divane konumuna geçemiyoruz.
UYAN BE GÜRBÜZ KASLI!!

9 Nisan 2011 Cumartesi

Görünmez canavarlar ve kazanlaşan kafam

Acayip hasta olmuş haldeyim. Boğazım şişmiş, hafiften bir ateş, kafamsa kazan gibi ağrıyor, kulaklarda da hafiften bir sızı. Yani ben bende değilim meçhullerdeyim diyebilirim. İyileşmem adına bi tas balı çayın, sütün, kaynar suyun ve zencefilin içine katıştırıp yemişimdir tahminim. Kış uykusuna yatmam an meselesi.
Neyse elimde bir kitap var birkaç gündür okuduğum “Görünmez Canavarlar” adı, Chuck Palahniuk yazmış işte. Ben bu yazarı hiç duymamıştım aslında, kitabı da duymamıştım. Bir arkadaşı beklerken dosttan alıvermiştim işte. Cidden dikkatim çok dağınık olabiliyor bazen. Ben bu kitabı işyerimde masamın üzerinde, orda burada hep bırakıyordum. Bu Cuma kitaba şöyle bi bakarken kitabın üstünün bissürü sik ve daşşakla kaplandığını ve memelerin fora olduğunu fark ettim. Ulan göt yayın evi sürrealst bi resim koymuşun iyi hoş da bu kitapta karılar eekeğe dönmeye mi uğraşıyo? 3 travesti var ulan bi kitapta daha çok meme çizeydin bari, çok utandım ulan.


Aha bu resim işte. Arka kapak daha da fenaa

Neyse kitabın kapağını fark ettikten sonra düşündüm ben bu kitabı bitirene kadar yanımda gezdiricem. Bi de benim bi hoşlaştığım oğlan vardı. Bu bebeye kazara elimde bu kitapla yakalanırsam insan gibi bir açıklama yapmam lazım. Bari yazarın hayatını neyim anlatırım da siki, memeyi görmeden işi bağlarım dedim. Yazdım wikiye chuck diye. Meğer bu Chuck Fight Clubın senaryosunun kitabından uyarlandığı bebeymiş. Ben yazarın adına bakana kadar kitabı yazanın kadın olduğunu düşünüyordum, kadın ağzıyla yazılmış gibi gelmişti bana. Bu işte de bi yamukluk varsa da neyse.




İşte böyle agalar bu Chuck baya değişik bir adammış. Yalnız kitap insanı hayattan soğutuyor ulan sürekli bi kazaya kurban gitmekten korkar oldum, kadının çenesi kopmuş resmen ya. Bi de aids mi ne olmuş kardeşi. Böyle acayip bi kitap sevdim aslında da ne bilim çok acımasız bi adam bu Chuck. Aslında o da değil de hayat acımasız ulan.
Öf bal yemeyeyim artık da haplayım kendimi, vermidon atıverim evet.

1 Nisan 2011 Cuma

Sahilde Kafka kitap değerlendirme

Ödüllü bir kitap plan Sahildeki kafka umut sarıkayanın yarak gibi adam tanımını yüzde yüz karşılayan bir roman. Romanın ana karakteri Kafka Tamura 15 yaşına kadar habire spor yapmış, gıdasına dikkat etmiş, paso kitap okumuş mübarek. Gerçi negatif enerjilere dikkat etmemiş pek ama öyle işte. Sonrasında da dünyanın en sert 15lik delikanlısı olmaya baş koymuş. Babası desen satanist gibi bişey, ibne gidiyo kedilerin kafasını koparıp yüreğini yiyo. Onun dışında oğlan çok sevişken anası dahil bacısını bile elden geçirdi. Ama çok da duygusal olaylar var. Lan bi de bu yunan tanrıları var ya zeus meus bi tek ben mi bilmiyom la onların adını. Yav habire onlardan örnek veriyor. Yani hakikaten ben sevmiyorum o yunan tanrılarından verilen örnekleri. Yavşak gibi geliyo o örnekler. Mal gibi aynı. Ama işte o örneklerden bir dünya vermiş bizim bu big in japan.




Bu romanda ençok geçen kelime nedir diye sorarsanız (ki sormazsınız) ben naçizane derim ki "METAFOR". Amınaki metafor ne ulan oldum ya. Hayır deli dürtmüş gibi herif habire metafor deyip durmuş kitap boyunca. Bi de Nakata diye "Tablarosa" tadında bi abimiz var. Bunun beyin resetlenmiş bi kere, öncesinde çok çalışkan bir öğrenciymiş. Ama kafada bişey kalmayınca bu toplum tarafından aklı kıt olarak algılanmış. Bunda kardeşlerinin aşırı başarılı olmalarının da payı olmuş olabilir. Bi abisigil oranın ziraat bankasında mı ne çalışıyomuş işte. Öyle bi aile. Neyse bu amca habire diyo ki "Bendeniz Nakata". Yav bu nasıl bi çeviridir dedim ya. Bendeniz deyince aklıma küt saç geliyo ya.
Neyse kitabı göt gibi özetledim biliyorum ama okuyun lan çok güzel bi kitap. Hatta söylemesi ayıp ben çok korktum kitabın sonuna doğru. Bunlar ruh oluyo, böyle metafizik metafizik geziyo etrafta, arafa kaçıyolar falan. Dedim o ruh işi değil, cin işi. Ama inanan kim. Ama güzel kitaptı lan okuyun. Ben bu adamın sırayla tüm kitaplarını okicam bence. Çokyalın bi dille yazılmış diyim de edebiyat yazısı yazdığım belli olsun.

3 Mart 2011 Perşembe

İMKANSIZIN ŞARKISI - HARUKİ MURAKAMİ

“Sonra bana doğru dönüyor, bana gülümsüyor, başını hafifçe eğiyor, benimle konuşuyor ve dosdoğru gözlerimin içine bakıyordu. Tıpkı dibi görünen bir pınarda kayıp gidiveren küçücük bir balığın pırıltısını yakalamaya çalışıyormuş gibi.”
“Çünkü birdenbire, belki de en önemlisini unuttuğumu anlıyorum. Kendime soruyorum, acaba bedenimin içinde karanlık bir yer mi var diye, uzak bir bölge, en önemli anılarımın üst üste yığılıp balçığa dönüştüğü bir yer.”
“Düşündükçe içimi derin bir keder kaplıyor. Çünkü o, Naoko beni sevmiyordu.”
“Şimdi düşünüyorum da, o zamanlar pek garip günler yaşadığımı anlıyorum. Tam yaşamın ortalık yerindeyken, her şey ölümün çevresinde dönüyordu.”
“İşte 18. yılım böyle geçti. Güneş doğuyor, sonra batıyordu, bayrak çekiliyor, sonra indiriliyordu. Ve pazarları, ölen arkadaşımın sevgilisiyle buluşuyordum. Ne yapmakta olduğum konusunda da, ne olacağım konusunda da hiçbir fikrim yoktu.”
“Bu çocuk gerçekte, kendi ölçüsünde bir cehennem yaşamaktaydı.”
“Bir davranış örneği gerekir insana, ideal değil.”
“Pek bilemiyorum, bu analiz dünyayı basitleştirmeye mi çabalıyor, yoksa paramparça etmeye mi?”
“O gittikten sonra kanepede uyuyakaldım. Uyumaya niyetim yoktu, ama Naoko’nun orada olmasının verdiği huzurla derin bir uykuya dalmıştım. Kullandığı tabak çanak mutfaktaydı, diş fırçası banyoda ve karyolası odada. Bu odada öyle derin uyudum ki, bedenimde birikmiş olanca yorgunluğu, hücre hücre çıkartıp attım. Ve yarı karanlıkta dans eden kelebekler gördüm rüyamda.”

-Güldürme insanı. Ben böyle olabilecek kadar güçlü değilim ki. Başkalarının beni anlamaması pekala umurumda. Anlaşılmak istediğim insanlar var. Ne var ki, bence başkaların bir dereceye kadar beni anlamamaları kaçınılmaz. Ben onların beni anlamasını sağlamaya uğraşmaktan vazgeçtim.

“Onun yanında, yükseklere çekiliyormuş gibi bir izlenime kapılıyordum.”
“Ve ertesi günün Pazar olduğunu düşününce içime sıkıntı bastı. Bana öyle geliyordu ki, her dört günden biri pazardı.”
“Dışarıda yağmur çiseliyordu ve odam bir akvaryum kadar soğuktu.”

-Seni ilkbahardaki bir ayı kadar severim.
-İlkbahardaki ayı mı? Ne söylemek istiyorsun, ilkbahardaki ayı derken?
-Şöyle ki, ilkbaharda bir çayırda tek başına yürürsün ve karşıdan küçük bir ayının geldiğini görürsün, kadife gibi yumuşacık kürküyle ve küçücük, yuvarlak gözleriyle. Ve sana, birlikte otlarda yuvarlanmayı önerir. Ozaman gün boyu tepenin yamacındaki yoncaların arasında birbirinizin kollarında eğlenir durursunuz. Şirin değil mi?
-Pek şirin.
-İşte ben de seni böyle seviyorum.

“1969 yılı benim için, saplandığım berbat bir bataklık gibiydi.”
“Zaman bile ağır ağor akıyordu, adımlarıma ayak uydurmak ister gibi. Çevremdekiler çoktan yanımdan geçip gitmişlerdi ve ben hep öyle çamurun içinde debelenip duruyordum. Çevremde, dünya baştan başa değişim halindeydi.”
“Sağ ayağımı öne atıyor, solumu kaldırıyor, sonra gene sağımı kaldırıyordum. Nerede olduğumu hiç mi hiç bilmiyordum. Doğru yönde ilerlediğime bile emin değildim. Adım adım ilerlemekle yetiniyordum; çünkü bir yerlere gitmekten başka bir şey yapamazdım.
Yirmi yaşımı doldurdum, sonbahar kışa dönmüştü, ama yaşamımda anlamlı bir değişim olmadı. Hiç zevk almadan üniversiteye gitmeyi, haftada 3 kez çalışmayı, ara sıra Muhteşem Gatsby!yi baştan okumayı ve Pazar günü çamaşırımı yıkamayı ve Naoko’ya yazmayı sürdürüyordum.”
“El sıkıştık. O yeni bir dünyaya doğru yola çıktı, bense kendi bataklığıma döndüm.”
“Ben hep böyleydim işte. Kafam bir şeyle dolu olunca, geri kalan her şeyi unutup giderdim.”
“Perdeleri kapatılmış odamda ilkbahara yoğun bir nefret duymaya başladım. Bu mevsimin bana getirdiklerinden de, yüreğime çöreklenmiş bu dayanılmaz acıdan da nefret ediyordum.”

-Bir bisküvi kutusunun içinde, her tür bisküvi vardır, sevdiklerin de, pek sevmediklerin de, öyle değil mi? Ve insan sevdiğini önce yerse geriye pek sevmedikleri kalır sadece. Ben kötü günler geçirdiğimde hep böyle düşünürüm işte. Şimdi bunu yaparsam, sonrası daha kolay olur, derim kendi kendime. İnan bana, yaşam bir bisküvi kutusu gibidir.

“Sanki böyle yazmakla, akıntıya kapılmış sürüklenen yaşamımın kopuk kopuk parçalarını birbirine bağlıyormuşum gibi geliyordu bana.”
“Yağmur hep öyle, yağmayı sürdürüyordu, bitip tükenmemecesine, sessizce, saçlarımızı ıslatarak, yanaklarımızdan aşağı gözyaşları gibi yuvarlanarak…”
“Ne olursa olsun, umurumda bile değildi zaten. Aradığım tek şey, bilinmedik bir kentte kurşun gibi ağır bir uykuya dalmaktı.”
“Onun öldüğünü ve artık bu dünyada olmadığını hayal etmek bana çok garip geliyordu.”
“Oysa tabuta çakılan çivilerin sesini kulaklarımla duymuştum, ama gene de bir türlü gerçeği kabullenemiyordum, onun hiçliğe döndüğü gerçeğini.”
“Orada ölülerle birlikte yaşıyordum.”
“Enerjim yoktu, bir yere gidebilecek gücüm yoktu ve keder beni karanlıklar gibi kucaklıyordu.”
“Yüreği kadar karanlık ve derin bir ormanda astı kendini. Sen de bir zamanlar benim bir yarımı ölüler dünyasına sürüklemiştin, değil mi Kizuki? Ve şimdi de Naoko, benim bir yarımı ölüler dünyasına götürdü işte. Zaman zaman kendimi bir müze bekçisi olarak görüyorum. Kimsenin gezmediği, kendime sakladığım boş bir müzenin bekçisi.”
“Geri dönen her mevsim beni ölenlerden biraz daha uzaklaştırıyordu. Kizuki hep 17 yaşındaydı, Naoko da 20. Sonsuza dek.”

-Mektuplar kağıttan başka bir şey değil. Yakılsalar bile, yürekte kalması gereken kalır ve yakılmayıp saklansa bile, kalmayan kalmaz.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Şimdi aşk zamanıdır...



“Şimdi aşk zamanıdır
Aşk ömrün baharıdır…”

O en uçarı çocuksu hayallerim seninle beraber gitti ha gitti. En güzel bir zaman dilimi içerisindeyim şu an halbuki. On numara be hayatımda her şey oğlum. Yoksunluk krizlerine sokan sensizliğimi hariç tutarsam. Hakikaten hiç bu kadar rayında gitmemişti işlerim bu yaşıma kadar. Yani her şey bu kadar güzel giderken ben nasıl oluyor da böyle eksik kalabiliyorum ki derken ben fark ettim ki sen benim baharımmışsın. Baharım eksilince 3 mevsimim kaldı geriye ve onlar fasılalar halinde döner durur bu devri daim içinde: sensizlikle kavrulduğum can yakıcı, yürek kavuran bir yaz, peşine çok hüzünlü sarı sonbahar, en son da içimi üşüten dondurucu zemheriler geliyor. Baharım eksilince hiç yeni çiçekler filizlenmiyormuş yüreğimde. Hayatta kalmayı başaran bitkiler yazın sıcağıyla kavruluyor, peşine gelen sonbaharla güneşini de yitiriyor, yağan yağmurlarla çürüyorlar, en son gelen kış da üzerine beyaz ölüm örtüsünü örtüp kalan canını da alıyor yeni umutların.
Gülme ha gülme.

“Ayrılık ayrılık aman ayrılık…”

En çok koyan da bizim ayrılığımızda gayrılık da var.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Yarrak gibi adam&me

"madem sordun cevap vereyim; her insan gibi kendimde beğendiğim ve beğenmediğim özellikler var. kendimde beğendiğim özellikler; dürüst, sevecen ve dostcanlısı olmam, beğenmediklerim ise; insanların söyledikleri her şeye inanmam, almaktan çok vermeyi sevmem ve yalan söylemeyi bir türlü becerememem. ki en çok bu sonuncusu için kızıyorum kendime umut"

Dostlar bir chat sitesinde yarrak gibi adamla karşılaşacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Şimdi sizi macere dolu sohbetimizle başbaşa bırakıyorum...




Yarrak gibi adam
merhaba
Raskolnikova
maraba
Yarrak gibi adam
keyifli bir muhabbet için bana bir şans verir misin?
Raskolnikova
tabi
Yarrak gibi adam
msn adresimi verebilir miyim?
eklermisin
Raskolnikova
hayır
Yarrak gibi adam
peki
ismim arda
kendimden bahsedebilirmiyim biraz
Raskolnikova
elbette
Yarrak gibi adam
asıl mesleğim makina mühendisliği
6 ay önce mesleğimden vazgeçtim
kuzenimle birlikte
özel bir oto servis kurduk
şimdi kendi mesleğimi yapmasam da kendi işimi yapıyorum
aslen ankaralıyım
doğma büyüme de buradayım
Raskolnikova
iyiymiş
memnun olduğun mesleğe başladığına sevindim
Yarrak gibi adam
bir evin bir oğluyum
fakat
tek çocuk şımarık olur olayı bende hiç olamadı
ben ilkokuldayken
annem ve babam ayrıldılar
sürekli gel gitlerin arasında kalan bir çocukluktu ama yara almadan kurtuldum
hayvanlar, kitaplar, müzik, hoş sohbet, otomobil vazgeçilmezlerim
mutfakta iddealı olduğum kadar da ev işlerinde başarılıyım.



Raskolnikova
yazmayı çok seviyosun demek:d
Yarrak gibi adam
haşlama et hariç yemek sevmem
yazmayı derken
?
Raskolnikova
yani kendini anlatmayı sevmek güzel ilginç bişiy
Yarrak gibi adam
başka çarem varmı
?
kiminle konuştuğunu az çok bilmek istersin diye düşündüm
Raskolnikova
yo hoşuma gitti
güzel yani
ama bi yerden kopyalayıp yapıştırıyo olmayasın bunları?
Yarrak gibi adam
:)
onun için bana yazan ve kendini anlatan birisi gerekir diye düşünüyorum
Raskolnikova
sen ne güzel anlatıyodun ama
Yarrak gibi adam
biraz utandım : )
çok geveze deme sonra diye sussam mı konuşsam mı arasındayım şu an
Raskolnikova
a yo hızını kesmek veya utandırmak için yazmadım
sadece alışkın olmadığım bi tarz
ifade etmek istedim
ama lütfen devam et
Yarrak gibi adam
şimdiki işim gereği ankaranın her yerinde her an olmak mecburiyeti
biraz yorucu oluyor
ama keyfili
bir işten keyif aldığın sürece
o iş sana hep kazandırır
türkiyenin bir çok iline gittim
gezmek çok hoşuma gidiyor
ama elleri cebinde avare bir tarzda gezmek değil
bildiğin turist gibi elimde fotoğraf makinam
gezerim
: )
Raskolnikova
iyiymiş:)
Yarrak gibi adam
kitaplar gözlerimin bozulmasındaki en büyük etken olmasına rağmen başucumdan eksik edemediğim şeylerdir.
hani bir adaya düşseniz
yanınıza ne alırdınız sorusuna
kitap kitap kitap desem
sıkılmam
ama şunu da anlamam
bir insan bir adaya nasıl düşer
düşerse ki yanına nasıl seçebildiği şeyleri alır
Raskolnikova
zor bi ihtimal
ben müsadeni istesem
çok uykum varda
Yarrak gibi adam
tabikide ne demek
iyi geceler olsun inşallah
allah rahatlık versin
hoşcakalın
Raskolnikova
saol

17 Ocak 2011 Pazartesi

ODAMDAKİ EŞYALARIM VE KULLANIM ALANLARI

İnsan alet kullanan bir hayvandır gibi bir tanım olduğunu hatırlıyorum lise felsefe kitabında. Evet ben de eşyaları kullanıyorum ancak işlevlerini birazcık farklılaştırarak.. Şu aynılaşan dünyamıza biraz kreatiflik katman fena mı ah sen ilahi çocuk! Hayatımın %85inin geçtiği odamda fantastik bir yolculuğa ne dersiniz canlar?


Saç kurutma makinesi: Evet saçımı kuruttuğum da oluyor bu aletle. Peki saç kurutma makinesinin ısıtıcı etkisini kim yadsıyabilir ki? Kombiyi 45 derecede tutarak tasarruf yapılan güzel yuvamda buz gibi ayacıklarımı başka ne türlü ısıtabilirdim Cevat abi? Hadi söyle. Ayrıca giyeceğim kıyafetleri önce saç kurutma makinesiyle ısıtıp giymem de cabası. Elektrik faturası mı dedi biri?? Annem fırını çok çalıştırıyo gençler ben ne yapayım?



Islak mendil: Gün geçmiyorki benim cağnım evimde bir malbuş paketim atılmamış olsun. Duman avcısı valideden dolayı sigara yassah hemşerim. Ayrıca babam duyarsa ağzıma sıçar o da ayrı mevzu tabi. Bunun için sigara içme etkinliğimi odamda ve camlar fora konseptinde gerçekleştirirken en yakın dostum eslak mendil oluyor. Islak mendile külü silkeleyip ardından peçeteyi doğaya karışması üzere uzak ufuklara fırlatıyorum. Odam terasa bakıyor onun için direkt külü atamıyorum dostlar.



Yatak: Adını kendinden aldığı o muhteşem mekan the bed! Tüm gün ayakta veya oturarak çalışmaktan kelli eve gelince dikey halde duramıyorum dostlar. Yatak güzel yatak tatlı. Rüyalarımın, laptopumun durağı. Ütüyü de elbetteki yatağımın üzerinde yapıyorum. Herşey onun üzerinde cereyan ediyor. Cinayete kurban gidecek olsam yine bu yatağın üzerinde olur bence.

13 Ocak 2011 Perşembe

Bizim damat Robbie


Bu senenin nazarımda en büyük olaylarından bir tanesi (birtanesineee bitanesineee) Robbie Williams’ın Türk kızı Ayda’yla dünya evine girmesiydi. Bundan sana giren çıkan ne diye sormayın aziz dostlar, Robbie piç erkek sevgimizin mihenk noktası, gözümüzde bir sex objesi en nihayetinde. Nicole’le çektiği klip mübarek noelin nazarımda cisimleşmiş en güzel bir hatırasıdır. İstedik vermediler ama tek tesellim şudur ki Robbie yabancıya gitmedi, heç olmadı. Safkan bir Türk kızı olmasa bile kırma da olsa bizim kanımızdan canımızdan bir hatun Robbie’yi kapattı, şimdi Ayda Robbie’yi yiyor ya canlar imdi emdi yürek yırtılur. Yırtık dondan çıkar gibi fırlayan windows’unuz sahte penceresine de diyecek bişey bulamıyorum. Bacınla bi alakam yok be Bill kasma bu kadar anasını satim. Ayrıca cillop gibi yeni formatladığım pc’yi yazılım sahteciliği suçlamasıyla yüzyüze bırakan arkadaş sana ağzımı bozmak istemiyorum. Neyse.
Kapı zinciri olmayan bildirdi.

11 Ocak 2011 Salı

FANTASTİK OTOBÜS YOLCULUĞUM

Yine bir İngilizce kursu dönüşüydü. Evet haftasonları İngilizce kursunda bir mrs Brown bir ms Brown olma hülyalarıyla cirit atıyordum. Deli gönül macere dolu İngilizce konuşulan topraklarda sefer yapmak istiyordu.



Otobüse binmeden önce önündeki yazıya rağmen yine de şöföre istasyona gider mi? Diye soraraktan otobüse atladım. Neydi bunun sebebi? Bilmiyorum bilemiyorum. Yanında dikildiğim amca 2 durak sonra inince bodoslama atladım amcadan boşalan yere. Ya napacağdım? Yanımdaki kişi de kalkmıştı. Çantayı kitapları tam yanıma sererken bir teyze biniş kapısından hızla yanıma doğru hareket etmeye başladı. Teyzenin en çekilmez özelliği sakız çiğnemesi sanmıştım başta. O sakızı çiğnerken sanki benim etimi dişliyor gibi geliyordu. O en sevmediğim tarzda bir çiğnemeydi. Ama hayır en çekilmez özelliği bu değildi. Teyze yol boyunca oturduğu yerden ayaklarını sallayacaktı.




Fantastik yolculuğum cak cuk sesleri ve ayak sallama hareketleriyle süregiderken teyze bir hamleyle ağzındaki sakızı çıkarıp çantasında bir yere yapıştırdı! Sevinmiştim dostlar, yalan yok polisler de üşüyordu. Ancak teyzenin cebinden çiğ kestane çıkarıp onu dişleyerek kabuğundan sıyırıp kestanenin iç tabakasına ulaşacağı ise hiç aklımın ucundan geçmezdi… En sonunda at kestanesi büyüklüğündeki evcil kestaneyi yemesi bitmişti. Dedim herhalde en kötü ihtimal sakız çiğnemeye geri döner veya sadece ayağını sallar. Hatta Allahın sevgili kuluysam ilk durakta inip benim azabımı sonlandırabilirdi bile. Ah hayır kim sana böyle güzel bir şeyin başına geleceğini söyledi ki? Teyzenin beslenme etkinliği dur durak bilmeden devam ediyordu. Şimdi de cebinden çıkardığı 1 çift cevizi hunharca birbirine çakıştırıyor ve bu etkinliğinden hastalıklı bir zevk aldığını gözlerini belertmesinden anlıyordum.



Neyse ki durağıma yaklaşmıştım. İçimden geçen otobüsten inerken teyzenin böğrüne bir dirsek darbesi indirmekti. Evet o da birilerinin anasıydı yanlıştı yaptığım, belki evladı bunu görse beni sikertebilirdi. Ama unutulmaması gereken bir diğer noktaysa ben de bir ana baba evladıydım. Neyse ki durağıma yaklaşmıştım. Ters bakışlarla otobüsten indim. Yol boyunca şu muhasebeyi yaptım içimde; yolculuğu ayakta yapsaydım nasıl olurdu? Ama şoförlere drift zevkini tattıran rotamızda etrafa savrulmam ve bu manzara karşısında teyzenin tıs tıs gülmesi beni daha derinden yaralayacaktı.
Evet şimdi ruhumda açılan yaraları tedavi etmek üzere evime yol alıyordum…
Gamlıhazan egodan bildirdi.