19 Şubat 2012 Pazar

AMOK KOŞUCUSU

“Aklı bir karış havadaki kadınların hayatlarının her anında sahip oldukları o muhteşem unutkanlıkla, sürgünde bulunduğunu, eskiden Fransa’da hükümdar olduğunu, şimdi kelebeklerle ve parlak renkli çiçeklerle nasıl oynuyorsa bir zamanlar insanların yazgılarıyla da öyle oynamaya hakkı olduğunu unutuverdi…”
“Düşsüz geçirilen kapkara bir gecenin ardından, birden günün içine dalıveriyordu insan…”
“Odaya yavaş yavaş akşam doldu, ama o akşamı hissetmedi. Çünkü akşam ağırdan alır. Öğle zamanı gibi küstahça pencereden içeri bakmaz, duvarlardan karanlık sular gibi fışkırır, tavanı boşluğa doğru kaldırır, her şeyi yavaş yavaş alıp sessiz sularının içine karıştırır.”
“Büyük bir hırsla hepsini mideye indirdi, açlığını, tiksintisini, utancını da birlikte yuttu, bir hayvan gibi yedi hepsini, donuk bakışlarla ve gerilmiş yüz hatlarıyla.”
“Acısını parçalara ayırmaya başladığı için gitgide sakinleşti.”

SINIRIN GÜNEYİNDE GÜNEŞİN BATISINDA

“Sessiz bir köşedeki bir restoran masasındaki “rezerve” işareti gibi, o özel yeri Şimamoto’ya ayırmıştım. Onu bir daha asla göremeyeceğime emin olmama rağmen.”
“O, Şimamoto’dan sonra, söylediğim her şeyi hayran hayran dinleyen ilk kızdı. Bana gelince, onun hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyordum. Her gün ne yiyordu, nasıl bir odada yaşıyordu. Pencereden baktığında ne görüyordu. Adı İzumi’ydi. İlk konuştuğumuzda ona ismini sevmelisin demiştim. Japonca “dağ pınarı” demek.”
“Komünist, dişçi ve tenis düşkünü –ne sıra dışı bir kombinasyon!”
“Kendi kendime, O Şimamoto değil, dedim. Bana Şimamoto’nun verdiklerini veremez. Ama işte karşımda, tamamen bana ait, benim için elinden geleni yapıyor. Onu nasıl incitebilirim? O zaman ar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.”
“Ne derseniz deyin bu iş bana göre değildi. Sanki ölümüm uzaktan beni izliyor gibi hissediyordum.”
“Elini bıraktığımda bir yerlere savrulacakmışım gibi hissettim.”
“”Hacime” diye başladı, “asıl acı olan şey, geri dönemeyeceğimiz gerçeği. Bir kez ilerlemeye başladın mı, ne yaparsan yap gittiğin yoldan geri dönemiyorsun. En ufak bir sapma her şeyi sonsuza dek değiştiriyor.””
“Ağlayabilseydim, her şey daha kolay olabilirdi. İyi de, neye ağlayacaktım? Kimin için ağlayacaktım? Başkalarına ağlamak için çok bencildim, kendime ağlamak içinse çok yaşlı. Nihayet sonbahar da geldi. Ve ben bir karar aldım. Yaşamam gereken şeyler vardı: artık bu şekilde yaşayamazdım.”
“Bazen sana baktığımda, çok uzak bir yıldıza bakıyormuşum gibi hissediyorum” dedim. “Göz kamaştırıcı fakat on milyonlarca yıl öncesinden gelen bir ışık. Hatta belki de yıldız artık yok. Yine de bazen o ışık bana her şeyden daha gerçek görünüyor.”

11 Şubat 2012 Cumartesi

BU DEFA BAŞKA DEME, ÇÜNKÜ İNANIRIM…

"Niye küsersin sen aşka çok zor kalbin attıkça Her acıya dayanırdım da bana inan bu bambaşka…"
Hayatım lopa alınmış bir albüm gibi geliyor bazen, dönüyor dolaşıyor aynı şeyleri yaşıyorum sürekli. Değişen tek şey sıralama oluyor o da random ayarını seçmiş olduğumdan olsa gerek. Aslında her defasında başıma geleceğini biliyorum da başlıyorum. Ve düşündüğüm gibi de oluyor her şey. Peki nasıl oluyor da her defasında şaşırabiliyorum en nihayetinde? Bu gerçekten ilginç.
“Kadınlar aynı, erkekler aynı…” cinsler olarak birbirimizin fenotipi gibiyiz sanki. En azından ikili ilişkilerde başarısızlıkla sonuçlanan bir denemenin arkasından “Kadınlar/Erkekler hep böyle” dememiz bunu kanıtlıyor belki de. Peki bunu bile bile neden her defasında hayal kırıklığına uğratan bu maceralara girişiyoruz. Aşk hayatında bakıyorum da herkes loop modunda, ama herkesin kendine has karakteristik bir döngüsü var, bu konuda haksızlık etmek istemem. Bazı nüanslar var herkesin ilişkisinde. Ama temelde aynı bokun laciverti ilişkiler. Benim mazeretim her defasında karşımda “Bana inan bu bambaşka” diyen birilerini bulmam. Bambaşka vaadiyle başlayan ilişkimde sürekli nostaljik bir tat alan ben naftalin kokulu bir ayrılık konuşmasına maruz kalıyorum ayrı dekorda ama aynı tarz kelimelerle. Aşk hayatım play list gibi. Hani güzel olan her müziği dinlerim mantığıyla hareket etmişim. Karışık cdnin hakkını verircesine her türden mp3 mevcut. Bu kadar karışık şarkılar neden bana aynı tadı veriyor? O da acının tadının aşkta tek çeşide evrilmesinden olsa gerek.
“Biliyorsun zor anlarda kaçtığım o yer varya Yine çıktım aynı yola sende gel biraz sonra”
Neyse bir aşka daha son verirken ben yine çok yakınlarda, hatta olduğum yerde pinekliyor olucam. Belki de en doğrusu sevgiyi bölüştürmektir kedi besleyip, çiçek yetiştirip, kilim örmeli, aşkımı ilmek ilmek desenlere dökmeli belki de mor salkımlı sokakta hiç kimsenin ellerini tutmamalı… Ben iki kere ağlamakla kalsam iyiydi, ikiyi aşalı çok oldu….