19 Şubat 2012 Pazar

SINIRIN GÜNEYİNDE GÜNEŞİN BATISINDA

“Sessiz bir köşedeki bir restoran masasındaki “rezerve” işareti gibi, o özel yeri Şimamoto’ya ayırmıştım. Onu bir daha asla göremeyeceğime emin olmama rağmen.”
“O, Şimamoto’dan sonra, söylediğim her şeyi hayran hayran dinleyen ilk kızdı. Bana gelince, onun hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyordum. Her gün ne yiyordu, nasıl bir odada yaşıyordu. Pencereden baktığında ne görüyordu. Adı İzumi’ydi. İlk konuştuğumuzda ona ismini sevmelisin demiştim. Japonca “dağ pınarı” demek.”
“Komünist, dişçi ve tenis düşkünü –ne sıra dışı bir kombinasyon!”
“Kendi kendime, O Şimamoto değil, dedim. Bana Şimamoto’nun verdiklerini veremez. Ama işte karşımda, tamamen bana ait, benim için elinden geleni yapıyor. Onu nasıl incitebilirim? O zaman ar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.”
“Ne derseniz deyin bu iş bana göre değildi. Sanki ölümüm uzaktan beni izliyor gibi hissediyordum.”
“Elini bıraktığımda bir yerlere savrulacakmışım gibi hissettim.”
“”Hacime” diye başladı, “asıl acı olan şey, geri dönemeyeceğimiz gerçeği. Bir kez ilerlemeye başladın mı, ne yaparsan yap gittiğin yoldan geri dönemiyorsun. En ufak bir sapma her şeyi sonsuza dek değiştiriyor.””
“Ağlayabilseydim, her şey daha kolay olabilirdi. İyi de, neye ağlayacaktım? Kimin için ağlayacaktım? Başkalarına ağlamak için çok bencildim, kendime ağlamak içinse çok yaşlı. Nihayet sonbahar da geldi. Ve ben bir karar aldım. Yaşamam gereken şeyler vardı: artık bu şekilde yaşayamazdım.”
“Bazen sana baktığımda, çok uzak bir yıldıza bakıyormuşum gibi hissediyorum” dedim. “Göz kamaştırıcı fakat on milyonlarca yıl öncesinden gelen bir ışık. Hatta belki de yıldız artık yok. Yine de bazen o ışık bana her şeyden daha gerçek görünüyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder