14 Haziran 2009 Pazar

MUTSUZLUK

Tembel bir yaz günü daha.. Pencereden içeriye davetsizce gelen trafik sesleri.. Çoğu kez net olarak fark etmese de bu şehir gürültülerinin, başında zamansızca kendini gösteren ağrılarda suçu olduğu kesindi..
Yine düşünüyordu ve yine içi sıkılmıştı.. Evet çok uğraşmıştı aslında bu sıkıcı düşüncelere dalmamak için.. Birçok meşgaleler üretmeye çalışmıştı kendince.. İşe yarıyordu bu küçük meşgaleler.. Mutfakla uğraşmıştı bir ara.. Ve küçük yürüyüşler.. Kitap okumayı bile bu kapsamda yapmıştı.. Ama yinede içindeki mutsuzluk dolu hali ve düşünceler bir türlü silinip gitmiyordu..

Peşini bırakmayan bu mutsuzluk duygusu yeni peydahlanmamıştı.. Çeşitli sebeplerle açığa çıkardı bir karabasan gibi aniden.. Bu mutsuzluk hali belirince de hemen ortadan kalkmazdı sıkıntılı bir rüya gibi çevrelerdi onu. Ama bu seneki gibi olmamıştı hiç.. Kalbi kırıktı. Aynı zamanda öfkeliydi onu üzenlere.. Kendisine de kızıyordu elbet kendini üzmesine izin vermemeliydi kesinlikle. Güvenmemeliydi bu kadar çok bağlanmamalıydı ve tedbirli davranmalıydı. Biraz şüphe her zaman iyiydi. Ama olan olmuştu işte. Her şey için çok geç olduğu bir hale gelmişti durum. Uzun zaman önce ondan vazgeçmişti O. Belki hiç karar kılmamıştı da kendisinde.. Bu soruların cevapları meçhuldü. Düşüncesizliği ve duygularına kapılması yüzünden kendinin bile affedemeyeceği hatalar yapmıştı. Şimdi psikolojik bir romanın baş karakteri gibi karmaşa ve bilinmezler içinde endişeli bir tasa içindeydi. İçini kemiren daha doğrusu tırmalayan suçluluk duygusuna –çok kızıyordu yaptıkları için kendisine zira- bir de onunla ve hayatında eskisi gibi olamamanın kederi ve endişesi ekleniyordu. Görebiliyordu onu yine ve haber alabiliyordu da.. Belki konuşuyordu da.. Ama vücudunun kıvrımlarında ve zehiri damarlarında dolaşan bir yılan gibi kendini mahveden bu hastalıklı ilişkiyi tam olarak bitirmeye cesaret edemiyordu o gücü bulamıyordu kendinde. Fantastik bir hızda gök gürültüsü gibi sesler çıkararak uzayan ve saran bir sarmaşık gibi o uzaklaştıkça sarılmıştı ona. Şimdiyse yine seviyordu onu ama çok güçsüzdü artık öyle hissediyordu kendini. Şimdilerde bir sarmaşık gibi Ona tutunamasa da belli belirsiz bir hayalet gibi bir görünüp bir kayboluyordu. Eskiden de ilişkileri ileriye dönük bir umut vaat ettiği söylenemezdi. Kaçak dövüşüyordu sevdiği. Savaş gibiydi yaşadıkları bazenleriyse bir dalga hızında gelgitlerle uzayan boğan bir şeydi. Ama vazgeçemiyordu Ondan. Vazgeçememişti de bir türlü. Vazgeçmeyi dener gibi olmuştu belki ama hiç vazgeçememişti. Bu fikri düşündüğünde kalbi isyan ediyordu ona ruhu haykırıyordu asla olmayacağını zorbalıkla kabul ettiriyordu mantığına. Ve bitiren taraf da olmayı istemiyordu çünkü zaten en çok seven kendisiydi ve kendini affedemezdi öyle bir şey olsaydı. Biten giden şeyleri zaten hiç sevmezdi bitecekse çok anlamsızdı her şey.. “Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekadan gelen ağlamaların tercümanıdır…” Aşkı, insani ve anlamlı hale getiren bu tutkuya sadakat ve fedakârlığın da eşlik etmesiydi.. Şimdiyse yalan olmuştu her şey işte..
Onunla yakınlaşması en baştan beri yersiz ve zamansızdı bunun için de yanlıştı. Vazgeçebileceği zamanlar vardı ilk başlarda çok bağlanmadan ve acıtmadan. O zaman vazgeçseydi sevgisi daha temiz kalacaktı, Onu severken yüreğine kalp kırgınlığı ve ayrılık acısı eşlik etmeyecekti. Ama şimdi “hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal olmuştu”.. Üstelik karşılıklı gönül kırmalarla “sevda bahçelerinin çiçekleri hep solmuştu”.. Zeki Müren nasıl da güzel söylerdi bu şarkıyı. Şarkı demişken pek de şarkı dinleyemiyordu her bir şarkı sevdiği için yazılmıştı ya da artık şarkılardaki her bir söz ona sevdiğini hatırlatıyordu.. Hızlı yabancı parçalarla kafa uyuşturmayı tercih ediyordu. Daha acısız oluyordu bu yol.. Asıl acı olan da bir daha Onun gibi sevemeyecek olmasıydı kimseyi. Öyle düşünüyordu sevemezdi kimseyi öyle korkusuzca, güvenerek ve safça.. Hiç incinmemiş gibi sevmek.. Bir yerde okumuştu bu sözü.. Hiç incinmemiş gibi kim sevebilirdi ki? Nasıl da sallamış adam diye geçirdi içinden. Belli ki bunu diyen ya hiç incinmemişti veya bir özlemini dile getirmişti. Hiç incinmemiş gibi sevme özlemini..


Ne olacak şimdi diyordu ileride ne olacak? Daha ne kadar dayanabilirim böyle diye geçirdi içinden Onun kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğini düşünmeden. Senelerce nasıl böyle mutsuz yaşarım diye düşündü ömrünün ne kadar süreceğini bilmeden.. Sonra kendi kendine mırıldandı ne kadar yaşayacağımı bilsem dayanabilirdim bu yalnızlığa ve mutsuzluğa ama ya uzun yaşarsam yüzünü buruşturdu bu fikirle insanın ömrünün aslında yapılması gereken şeyler için ne kadar kısa olduğunu anlayamadan.. Şeytan önünden saldırmıştı geleceğe dair bütün umutlarını, iyi şeyler olabileceğine dair ümidin yollarını bir bir tıkamıştı.. Aklına bir yol geliyordu ama.. Yok o yol olmazdı işte. O yol olmazdı. O yolun geri dönüşü yoktu asla. O yoldan O asla razı olmazdı. Şimdi kafası çok karışık olsa da kendini toparlayacaktı. İçindeki sıkıntının geçmesi için kaç kez Ona yönelmişti ki? Şöyle böyle kıldığı namazların yanında uzun zamandır Kuran dahi okumamıştı. Gecelerini O’nunla irtibatla aydınlatmamıştı. Tekrar etti mırıldanarak yok o yol olmaz. O yola başvurursam Rabbim beni sevmez. Lütfedip cennetine bile koysa O benden razı olmayıp sevmese o cennet cennet olur muydu kendisine? Evet Rahman kendini sınamıştı ve o bu imtihanda başarısız olmuştu apaçık. Ama bu sınavların telafisi vardı. Yeter ki yol yordam bilsin yani O’nun yoluna girsin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder